Bir zamanlar, uzak diyarların en yeşil otlaklarında, yemyeşil dağların eteklerinde, bir oğlak ve bir çoban yaşarmış. Oğlak, iri boynuzları ve kahverengi tüyleriyle dağların efendisiydi. Çoban ise nazik bir gülümsemeyle doğanın sakinliğini taşıyan genç bir adamdı. İkisi de birbirlerini çok severmiş.
Günler, haftalar, aylar geçip giderken, oğlakla çoban arasındaki dostluk her geçen gün daha da güçleniyormuş. Çoban, her sabah oğlağı kucaklamak için dağlara tırmanır, onu otlatır, su içirir ve sevgiyle okşarmış. Oğlak da çobanın arkasından sürekli dolaşır, onunla birlikte otları paylaşır ve ona neşeyle koşarmış.
Bir gün, güneşin sıcak ışıkları otların üzerine yayılırken, çobanın yüzünde bir endişe belirtisi belirmiş. Gözleri uzaklarda, dağların ardında bir tehlike sezer gibi parlamış. Derin bir nefes alıp, oğlağa dönerek şöyle demiş:
“Sevgili dostum, bugün sana bir veda söylemek zorundayım. Dağların ötesinde, vahşi hayvanlarla mücadele etmek için gitmem gerekiyor. Ancak seninle olan dostluğumuz kalbimde sonsuza kadar sürecek.”
Oğlak, çobanın sözlerini duyunca üzüntüyle başını öne eğmiş. “Ama dostum, sen olmadan dağlar ne kadar sıkıcı olacak! Seni özleyeceğim,” demiş.
Çoban, oğlağın üzüntüsünü gördükçe kalbi sıkılmış ama cesaretini de toplamış. “Sakın üzülme,” demiş. “Seninle kalbimizde hep bir arada olacağız. Belki de bu macera bize daha da yakınlaşmamızı sağlayacak.”
Oğlak, çobanın cesaret dolu sözlerini duyunca içi biraz olsun ferahlamış. Belki de gerçekten de bu ayrılık, onları daha da güçlü kılabilirdi.
Çoban, oğlağa son kez sarılarak vedalaşmış ve dağların ardına doğru yola koyulmuş. Oğlak dağların eteğinde onu izlerken, içindeki endişeyi bastırmaya çalışmış.
Günler geçtikçe, çobanın dönüşü hakkında hiçbir haber gelmemiş. Oğlak, her gün dağların zirvesine tırmanıp umutla çobanı beklemiş ama günler geçtikçe umudu da azalmış. Bir gün, oğlak çaresizlikle gözyaşları içinde dağların doruğuna yaslanmış ve yalnızlığa teslim olmuş.
Ancak beklenmedik bir anda, bir fırtına gecenin karanlığını yırtıp dağları sarsarken, oğlakla çobanın dostluğunu simgeleyen bir ışık belirmiş. Dağların ardından gelen bu ışık, oğlağın içindeki umudu yeniden alevlendirmiş.
Ve bir gün, uzun bir bekleyişin ardından, çoban nihayet geri dönmüş. Yorgun ve bitkin görünse de yüzünde bir sevinç ifadesi taşıyormuş. Oğlağın yanına yaklaşırken, ona ne kadar özlediğini ve dostluğunun ne kadar değerli olduğunu söylemiş.
Oğlak, çobanı görünce sevinçle koşarak ona sarılmış. “Seni ne kadar özlediğimi söylemeye bile dilim varmıyor,” demiş. “Dostluğumuz her zorluğa, her ayrılığa dayanacak kadar güçlüymüş.”
Çoban da gülümseyerek oğlağın yanına oturmuş ve ona dostluğunun sonsuza kadar süreceğini söylemiş. Artık ne zaman yalnız hissetseler, birbirlerinin yanında olacaklarını biliyorlardı.
Ve o günden sonra, oğlakla çobanın dostluğu daha da güçlenmiş. Her gün birlikte dağlarda dolaşır, güneşin doğuşunu ve batışını birlikte izler, birbirlerine destek olurlarmış. Oğlakla çobanın hikayesi, dostluğun gücünü ve birbirlerine olan sadakatlerini anlatan efsanevi bir masal olarak dilden dile aktarılmış, yıllar boyu insanların yüreklerinde yaşamış.
Ve bu masal, dostluğun ve sadakatin sonsuz gücünü tüm dünyaya hatırlatmış.
Bu yazı toplamda 67 kez görüntülendi.
Bir yanıt yazın