Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlarda küçük, sevimli bir köy varmış. Bu köyün adı Güneş Köyü’ymüş. Güneş Köyü, adını her sabah doğan ve köyü ışığıyla aydınlatan kocaman, parlak güneşten almış. Bu köyde insanlar her zaman mutlu, huzurlu ve birbirlerine yardım etmeyi seven, iyilik dolu insanlarmış.
Köyün en büyük özelliği, her sabah kuşların cıvıldadığı, çocukların oyun oynadığı ve insanların hep gülümseyerek günaydın dediği bir yer olmasıymış. Köylüler, doğaya, hayvanlara ve birbirlerine karşı son derece saygılı ve sevecenmiş.
Bir gün, köydeki herkesin sevdiği küçük bir çocuk olan Ali, büyükannesinin anlattığı eski bir hikayeyi çok merak etmiş. Hikaye, köyün yakınlarındaki gizemli bir ormanda saklı olan “İyilik Taşı” ile ilgiliymiş. Bu taşın, dokunan herkese büyük bir iyilik gücü verdiği söylenirmiş. Ali, bu hikayeyi dinledikten sonra taşın var olup olmadığını ve gerçekten böyle bir güce sahip olup olmadığını öğrenmek istemiş.
Bir sabah erkenden kalkıp, büyükannesine gitmiş ve ona sormuş:
“Büyükanne, İyilik Taşı gerçekten var mı? Eğer varsa, onu bulup köyümüze getirebilir miyiz?”
Büyükanne, gülümseyerek Ali’ye bakmış ve demiş ki:
“Ali’ciğim, İyilik Taşı’nın var olup olmadığını kimse tam olarak bilmiyor. Ancak, onun peşine düşmek güzel bir macera olabilir. Unutma, iyiliğin gücü zaten içimizde var. Eğer taş gerçekten varsa, senin saf ve temiz kalbin onu bulmana yardımcı olacaktır.”
Ali, büyükannesinin bu sözlerinden cesaret alarak, ormana gitmek için hazırlık yapmaya başlamış. Yanına biraz yiyecek, su ve büyükannesinin verdiği bir haritayı almış. Harita, ormanın derinliklerinde İyilik Taşı’nın bulunduğu yerin işaretlendiği eski bir kağıtmış. Ali, büyük bir heyecanla yola çıkmış.
Ormanın içine girdikçe ağaçlar sıklaşmış, kuş sesleri artmış ve doğanın güzelliği Ali’yi büyülemiş. Yürüdükçe karşısına çeşitli hayvanlar çıkmış. Ali, her birine nazikçe davranmış, kimseye zarar vermemiş ve yoluna devam etmiş.
Yolculuğunun ilk gününde, Ali yorgun düşüp bir ağacın altında uykuya dalmış. Sabah uyandığında karşısında yaşlı, bilge görünümlü bir kaplumbağa bulmuş. Kaplumbağa, Ali’ye bakarak konuşmuş:
“Merhaba, küçük dostum. Nereye böyle telaşla gidiyorsun?”
Ali, kaplumbağanın konuşmasına şaşırmış ama kibarca cevap vermiş:
“Merhaba, bilge kaplumbağa. Ben, İyilik Taşı’nı arıyorum. Onu bulup köyümüze getirmek istiyorum.”
Kaplumbağa, Ali’nin cesaretini ve saf kalbini görünce ona yardım etmeye karar vermiş.
“İyi bir amaç için yola çıkmışsın. Sana yol gösterebilirim. Ancak, önce bana küçük bir iyilik yapmanı isteyeceğim. Göletin yakınlarında bir arkadaşım olan tavşan, yaralı. Ona yardım etmeni istiyorum.”
Ali, kaplumbağanın bu isteğini seve seve kabul etmiş. Gölete doğru yola çıkmış ve tavşanı bulmuş. Tavşanın bacağı incinmişmiş. Ali, yanında getirdiği ilk yardım çantasından biraz merhem ve bandaj çıkarmış. Tavşanın bacağını nazikçe sararak ona yardım etmiş. Tavşan, Ali’ye teşekkür etmiş ve ona yol boyunca eşlik etmeyi teklif etmiş.
Ali, tavşanla birlikte yoluna devam ederken, ormanda başka hayvanlarla da karşılaşmış. Her birine küçük iyilikler yaparak yollarına devam etmişler. Ali’nin iyilik dolu kalbi, ormandaki tüm canlılar tarafından sevilmesini sağlamış.
Bir gün, Ali ve tavşan, büyük bir nehrin kenarına ulaşmışlar. Nehrin karşısına geçmeleri gerekiyormuş ama köprü yokmuş. Ali, ne yapacağını düşünürken, suyun içinden kocaman bir balık başını çıkarmış.
“Merhaba, küçük dostlar. Nehrin karşısına geçmek mi istiyorsunuz?”
Ali, balığa doğru eğilerek cevap vermiş:
“Evet, büyük balık. İyilik Taşı’nı bulmak için karşıya geçmemiz gerekiyor. Bize yardımcı olabilir misin?”
Balık, Ali’nin samimiyetini ve iyilik dolu kalbini hissetmiş ve onlara yardım etmeye karar vermiş.
“Tabii ki, siz de bana küçük bir iyilik yaparsanız. Nehrin kıyısında sıkışmış olan küçük bir kurbağa var. Onu kurtarırsanız, sizi karşıya geçirebilirim.”
Ali, balığın bu isteğini hemen kabul etmiş. Nehrin kenarındaki sıkışmış kurbağayı bulmuş ve ona yardım ederek özgürlüğüne kavuşturmuş. Kurbağa, mutlulukla suya geri dönmüş ve Ali’ye teşekkür etmiş.
Balık, Ali ve tavşanı sırtına alarak onları nehrin karşısına geçirmiş. Ali, balığa teşekkür ederek yoluna devam etmiş. Yolculuğun sonuna doğru, Ali ve tavşan büyük, eski bir ağacın yanına ulaşmışlar. Ağacın dibinde parıldayan bir taş varmış. Ali, büyük bir heyecanla taşa doğru ilerlemiş ve onu eline almış.
Taşı eline aldığında, taşın sıcaklığı ve ışığı Ali’nin kalbini doldurmuş. Taş gerçekten İyilik Taşı’ymış ve Ali’nin tüm yaptığı iyilikler sayesinde onu bulabilmiş. Ali, taşın gücünü hissederken, bir ses duymuş. Bu ses, taşın içinden geliyormuş:
“Sevgili Ali, senin içindeki iyilik gücü, beni bulmanı sağladı. Gerçek iyilik, taşın içinde değil, senin kalbinde. Senin gibi insanlar oldukça, dünyada iyilik asla eksik olmayacak.”
Ali, taşın bu sözlerinden sonra kalbinin ne kadar güçlü olduğunu anlamış. Tavşanla birlikte köyüne dönmeye karar vermiş. Yolda yine karşılaştıkları herkese iyilik yaparak ilerlemişler. Köye döndüğünde, büyükannesi onu gülümseyerek karşılamış.
Ali, büyükannesine ve köy halkına İyilik Taşı’nı ve yolculuğunu anlatmış. Herkes Ali’nin ne kadar cesur ve iyi kalpli olduğunu görmüş ve ona hayran kalmış. O günden sonra, Güneş Köyü’nde iyilik yapmanın önemi daha da anlaşılmış. Herkes birbirine yardım etmiş, sevgi ve saygıyla yaklaşmış.
Ve işte, o günden sonra Güneş Köyü, daha da aydınlanmış, daha da güzel bir yer olmuş. Ali’nin macerası, köydeki herkes için bir ilham kaynağı olmuş. Onlar da iyiliğin gücünü keşfetmiş ve bunu yaşamlarının bir parçası yapmışlar.
Gökteki güneş her sabah doğarken, köydeki insanlar da kalplerindeki iyiliği parlatmış. Çünkü iyilik, gerçekten en güçlü büyüymüş ve Ali bunu herkese göstermiş.
Ve masal burada bitmiş. Gökyüzündeki yıldızlar kadar parlak, yüreklerindeki iyilik kadar güzel günler onları bekliyormuş.
Sonunda herkes, iyiliğin gücünün dünyayı değiştirebileceğine inanmış ve hep birlikte mutlu yaşamışlar.
Bu yazı toplamda 49 kez görüntülendi.
Bir yanıt yazın