Esrarengiz Kaplan ve Şaşkın Kasaba
Bir zamanlar uzak bir diyarda, küçük bir kasaba vardı. Bu kasaba oldukça sıradan görünüyordu. İnsanlar tarlalarında çalışır, çocuklar sokaklarda koşturur, pazarda şen kahkahalar yankılanırdı. Ancak bir gün, kasabanın etrafında tuhaf bir söylenti dolaşmaya başladı: “Esrarengiz bir kaplan, kasabaya yakın bir yerde görülmüş!”
Kasaba halkı bu söylentiyi duyunca şaşkınlıkla birbirine baktı. Çünkü kaplanlar normalde ormanda yaşardı ve bu kasabanın çevresinde orman yoktu. Ama işte, söylenti hızla yayıldı. İlk önce kasabanın yaşlı dedesi Ali Amca, sonra da kasabanın küçük bakkalı Rıza Bey, kaplanı gördüğünü iddia etti.
Bir sabah, kasabanın en cesur çocuğu olan Mert, arkadaşlarıyla birlikte pazar meydanında oturuyordu. Mert her zamanki gibi meraklıydı ve bu esrarengiz kaplanın sırrını çözmeye kararlıydı.
“Arkadaşlar!” dedi Mert, gözleri parlayarak. “Bu kaplanı bulmamız gerekiyor. Hem kim bilir, belki de kaplan düşündüğümüz kadar tehlikeli değildir.”
Ayşe kaşlarını kaldırdı. “Ya da belki çok tehlikelidir, Mert! Bizim ne işimiz var bir kaplanla?”
Mert gülümsedi. “Sadece ona yaklaşır, sonra ne yapacağımıza karar veririz. Hem kasabanın kahramanı olmayı kim istemez?”
“Ben istemem!” diye atıldı Zeynep. “Kahraman olmak güzel de, kaplan tarafından kovalanmak pek eğlenceli olmasa gerek.”
Ama Mert’in cesareti arkadaşlarını etkiledi. Sonunda Ayşe, Zeynep ve Arda, Mert’in bu macerasına katılmaya karar verdiler. Ertesi sabah erkenden, kasabanın dışındaki geniş açık arazide, kaplanı bulmak üzere yola çıktılar.
Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra, aniden uzaktan bir gölge gördüler. Gölge hızla hareket ediyordu ve büyüklüğü, onların kaplanla karşılaşmak üzere olduklarına işaret ediyordu.
“İşte orada!” dedi Arda heyecanla. “Gerçekten varmış!”
Kaplan, zarif adımlarla bir tepeye doğru ilerliyordu. Mert yavaşça arkadaşlarına döndü. “Tamam, şimdi sessizce yaklaşalım. Onu korkutmamalıyız.”
Ayşe ellerini sıktı. “Ya bizi korkutursa?”
Mert cesurca yanıtladı, “O zaman hızlı kaçarız!”
Grup yavaşça tepeye doğru ilerledi. Sonunda kaplanla aralarındaki mesafe sadece birkaç metreye indi. Kaplan, arkasına dönerek onları fark etti. Ancak düşündüklerinin aksine, kaplan hemen kaçmadı. Aksine, sakin bir şekilde onlara baktı. Gözleri parlak ve derindi, sanki her birini dikkatle inceliyordu.
Mert adımını attı. “Merhaba kaplan!” dedi, sesi titrek ama kararlıydı.
Kaplan başını hafifçe yana eğdi ve inanılmaz bir şey oldu. Kaplan konuştu!
“Merhaba, gençler,” dedi yumuşak ama güçlü bir sesle. “Beni mi arıyorsunuz?”
Çocuklar şaşkınlıktan dona kaldı. Bir kaplanın konuşabileceğini kim düşünebilirdi? Zeynep ilk şaşkınlığını atlatıp fısıldadı, “O… o gerçekten konuşuyor mu?”
Mert ise heyecanla sordu, “Sen… Sen kimsin? Neden kasabamızın etrafında dolaşıyorsun?”
Kaplan sakin bir şekilde cevap verdi, “Adım Şahmeran. Uzun bir yolculuktan geliyorum. Kasabanızın etrafında dinlenmek için biraz zaman geçirdim. İnsanlar beni fark etti, ama zarar vermeye niyetim yok.”
Ayşe şaşkınlıkla araya girdi, “Peki ama neden buradasın? Normalde kaplanlar burada yaşamaz ki.”
Şahmeran gözlerini kısıp bir süre düşündü. “Biraz yalnız kaldım,” dedi sonunda. “Uzun yıllardır yolculuk ediyorum ve dostlarım kalmadı. Kasabanızın ne kadar neşeli olduğunu fark ettim, belki burada biraz zaman geçirmek hoşuma gider diye düşündüm.”
Arda merakla, “Peki, neden kasabaya gelmedin? Belki bizlerle daha önce konuşsaydın, kimse senden korkmazdı.”
Kaplan gülümsedi, dişleri beyaz ve parlaktı. “İnsanlar, genellikle beni görünce korkar. Büyük ve güçlü göründüğüm için beni yanlış anlarlar. Ama aslında tek istediğim biraz dostluk.”
Mert adım attı ve kaplanın yanına yaklaştı. “O zaman dost oluruz,” dedi cesurca. “Kasabamızda senin gibi esrarengiz bir kaplanın dostluğunu kazanmak harika olur.”
Ayşe de Mert’in yanına yaklaştı. “Evet! Hem kasabamızın hayvanlarıyla da iyi geçinirsin. Hepimiz seni tanıdıkça seni seveceğiz.”
Şahmeran gözleriyle çocuklara baktı ve içten bir kahkaha attı. “Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Belki bir gün kasabanıza gelir, sizinle daha çok zaman geçiririm.”
O günden sonra, çocuklar ve Şahmeran arasında bir dostluk başladı. Kaplan kasabaya sık sık gelmese de, çocuklar onu ara sıra ziyaret eder ve onunla uzun sohbetler ederdi. Şahmeran, onlara uzak diyarlar, masalsı yerler ve eski dostları hakkında hikayeler anlatırdı.
Bir gün, Mert ona sordu, “Sen bu kadar çok şey yaşadın. Hiç pişmanlıkların var mı?”
Şahmeran, gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. “Pişmanlıklar… belki. Ama her yolculuk bir ders getirir. Ben de yolculuğumda dostluğu öğrendim. En değerli şeyin arkadaşlık olduğunu anladım.”
Zeynep hafifçe gülümsedi. “Peki bizimle ne kadar kalacaksın?”
Şahmeran göz kırptı. “Belki bir süre daha, belki de çok uzun değil. Ama nereye gidersem gideyim, dostluğunuzu unutmayacağım.”
Ve böylece, Şahmeran kasaba çocuklarıyla birlikte, maceralarına devam etti. Esrarengiz kaplanın hikâyesi, kasabada nesilden nesile anlatılmaya başladı. Kasaba halkı, artık onun esrarengizliğinden korkmuyor, aksine ona büyük bir sevgi besliyordu.
Sonunda herkes, dostluğun gücünü ve farklılıkların bazen en büyük hazine olduğunu öğrendi.
Bir yanıt yazın