Bir zamanlar, büyük ve görkemli bir şehirde, yüksek bir sütun üzerinde parlayan altın bir heykel vardı. Bu heykel, Mutlu Prens adını taşıyordu. Prensin heykeli, baştan aşağı altınla kaplıydı; gözlerinde safirden yapılmış iki değerli taş ve kılıcının kabzasında ise kocaman bir kırmızı yakut vardı. Herkes onu gördüğünde hayran kalır, onun şehrin en değerli hazinesi olduğuna inanırdı.
Bir gün, uzak diyarlardan gelen bir kırlangıç, Mutlu Prens’in heykeline kondu. Kırlangıç, soğuk kıştan kaçmak için sıcak ülkelere doğru göç ediyordu. Ancak yorgun düşmüştü ve geceyi geçirmek için Mutlu Prens’in ayaklarına sığındı.
“Burada biraz dinlenip sabah erkenden yola çıkarım,” dedi kırlangıç kendi kendine. Ancak tam uykuya dalacakken, üzerine bir damla su düştü.
“Ne tuhaf!” diye düşündü kırlangıç, “Gökyüzü açık ama yağmur mu yağıyor?”
Başını yukarı kaldırıp baktığında, Mutlu Prens’in gözlerinden yaşların süzüldüğünü fark etti.
“Mutlu Prens, neden ağlıyorsun?” diye sordu kırlangıç şaşkın bir şekilde. “Senin adın Mutlu Prens, ama neden gözlerinden yaşlar dökülüyor?”
Mutlu Prens, kırlangıcın sorusunu duyunca derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.
“Ben hayattayken gerçekten mutluydum,” dedi Mutlu Prens. “Sarayımdan dışarıya bakmaz, sadece neşeli ve güzel şeyleri görürdüm. Ama öldükten sonra, bu yüksek sütunun üzerine konulunca, halkımın acılarını ve yoksulluğunu gördüm. Onlar için hiçbir şey yapamıyorum ve bu yüzden gözyaşlarım durmuyor.”
Kırlangıç, şaşkınlıkla etrafına baktı. Şehrin her köşesinde yoksul insanlar, aç çocuklar, hastalar ve çaresizler vardı. O an, Mutlu Prens’in neden ağladığını anladı.
“Ama senin yapabileceğin bir şey var,” dedi kırlangıç umutla. “Ben sana yardım edebilirim! Söyle, nasıl yardımcı olabilirim?”
Mutlu Prens, kırlangıca minnetle baktı.
“Görüyor musun, o uzak evde pencerenin önünde oturan genç kadını? O, bir terzi. Tüm gün boyunca el emeği ile elbiseler dikiyor ama çok hasta annesine bakmak için yetecek parayı kazanamıyor. Onun elinde sadece bir parça ekmek var. Ona yardım etmeliyiz.”
Kırlangıç hemen tereddüt etti.
“Ama ben sıcak ülkelere gitmek zorundayım. Burada kalamam,” dedi üzgünce.
Mutlu Prens, ona yumuşak bir sesle karşılık verdi.
“Sadece bu gece kal, sevgili kırlangıç. Lütfen bu gece ona yardım et.”
Kırlangıç, Prens’in ricasını kıramadı. Gidip kılıcının kabzasındaki kırmızı yakutu kopardı ve terzinin evine uçtu. Pencereyi hafifçe tıklatarak yakutu içeri bıraktı. Terzi kadın sabah uyandığında, yakutu görünce sevinçle gözleri doldu.
Ertesi sabah, kırlangıç yeniden yola çıkmak için hazırlık yaptı, ama Mutlu Prens’in tekrar ağladığını gördü.
“Neden yine ağlıyorsun?” diye sordu.
Mutlu Prens, kırlangıca başka birine yardım etmesi gerektiğini söyledi.
“Bak o ormanda değil, şu köşedeki evde oturan genç adama. O bir yazar, ama hiçbir şeyi yok. Kitap yazmak için gece gündüz çalışıyor, ama açlıktan kıvranıyor. Ona yardım edebilir misin?”
Kırlangıç başını salladı.
“Ama sonra sıcak ülkelere gitmeliyim,” dedi yine. “Kış geliyor, burada kalamam.”
Mutlu Prens tekrar rica etti.
“Bir gece daha, sevgili dostum. Sadece bir gece daha kal ve ona yardım et.”
Kırlangıç, Prens’in bu isteğini de geri çeviremedi. Bu kez Mutlu Prens’in gözlerinden birini aldı, safir taşı yazarın penceresine bıraktı. Genç adam sabah uyandığında safir taşı bulunca hayrete düştü. Bu değerli taş sayesinde hayatını sürdürebilecek ve yazılarına devam edebilecekti.
Böylece günler geçti. Mutlu Prens, kırlangıçtan şehrin her köşesindeki yoksullara yardım etmesini istedi. Kırlangıç da her seferinde Prens’in altın kaplamasından bir parçayı alıp ihtiyacı olanlara dağıttı. Sonunda Prens’in altın kaplaması kalmadı ve gözlerinde de taşlar kalmamıştı. Ama o artık mutluydu, çünkü şehirdeki herkesin yüzünde bir parça mutluluk görebiliyordu.
Kış soğukları şehri iyice sarınca, kırlangıç zayıf düşmeye başladı. Artık sıcak ülkelere gitme zamanı gelmişti, ama kalmak zorundaydı. Çünkü Prens’i yalnız bırakmak istemiyordu.
Bir sabah, Prens kırlangıca baktı ve ona içten bir şekilde seslendi:
“Sevgili dostum, sen bana çok yardım ettin. Şimdi artık sıcak ülkelere gitmelisin. Daha fazla kalırsan öleceksin.”
Kırlangıç titreyerek cevap verdi:
“Artık gidemem, Prens. Zaten çok zayıfım.”
Kırlangıç, Mutlu Prens’in ayağına sarıldı ve orada, soğuktan can verdi. O anda Mutlu Prens’in kalbi de çatladı, çünkü dostunun ölümü onu çok derinden etkiledi.
Ertesi gün, belediye başkanı ve şehrin ileri gelenleri heykelin önüne geldi. Mutlu Prens’in heykelinin artık parlak olmadığını, altınlarının ve değerli taşlarının kaybolduğunu fark ettiler.
“Bu heykel artık işe yaramaz,” dedi belediye başkanı. “Onu buradan kaldıralım ve başka bir heykel dikelim.”
Mutlu Prens’in heykelini yerinden söktüler ve eritmeye gönderdiler. Ama çatlamış kalbini eritemediler, bu yüzden onu çöpe attılar. Ancak bu hikaye burada bitmedi…
O gece, Tanrı’nın melekleri şehre indi ve Tanrı’nın isteğiyle dünyanın en değerli iki şeyini bulmaları emredildi. Melekler, Mutlu Prens’in kırık kalbini ve sadık kırlangıcın cansız bedenini bulup gökyüzüne çıkardılar. Tanrı, bu iki dostun birbirine olan bağlılığını ve iyiliklerini ödüllendirdi. Onlar artık sonsuza dek cennette, birlikte huzur içinde yaşayacaklardı.
Ve böylece Mutlu Prens’in ve sadık kırlangıcın hikayesi, iyilik ve dostluğun sonsuz gücünü anlatan bir efsane olarak dilden dile dolaşmaya devam etti.
Bu yazı toplamda 43 kez görüntülendi.
harika bir masal teşekkürler